Hep bir acelemiz var, hep bir telaşımız.
Bir yerlere yetişme stresi içindeyiz.
Hayatımızın her günü parsel parsel; işe yetiş, eve yetiş, arada bir iki özel işe yetiş. Yetiş babam yetiş.
Biz kaçıyoruz, akreple-yelkovan peşimizde.
Böyle olunca da nefes nefese kalıyoruz. Ha düştük ha düşeceğiz.
Halbuki çocukken böyle sorunlarımız yoktu bizim. O vakitler biz akreple-yelkovanın peşindeydik. Geçsin diye beklerdik zaman, geçmezdi.
18 derdi herkes o bile gelmezdi. Meğer sihirli rakammış 18. Ne oluyorsa ondan sonra oluyormuş.
Elinize kağıdı kalemi alıp 2000 yılında kaç yaşında olacağınızı hesaplamadınız mı siz hiç. Ben hesaplardım. 30'lı yaşlar çıkardı. Ulaşılmaz gelirdi o zamanlar. O günleri görebileceğimi, o kadar çok yaşayacağımı bile düşünmezdim.
Şimdi zaman geçmesin de 40'lara, 50'lere gelmeyelim diye bakıyoruz ama ne mümkün saatler günleri, günler ayları, aylar yılları öyle bir birbirine bağlıyor ki ayırabilene aşkolsun.
Çocukken dingindi hayat. Zaman sorunumuz yoktu. Yapılan tek şey oyun oynayıp, ders çalışmaktı. Ne bir yere yetişme telaşı vardı, ne maaş gününü bekleme heyecanı.
Büyüyünce öğrendik; "Kaçan kovalanırmış."Biz zamandan kaçıyoruz, zaman bizi kovalıyor.Boş boş otururken geçmez zaman. Otobüsü kaçırmışsınızdır, yenisini beklerken bakar durursunuz saate değil akreple-yelkovan saniye bile ilerlemez. Ama bir yerde randevunuz varsa saatinize hiç bakmayın çünkü muhteşem üçlü; mahşerin atlıları gibi koşturup durur.
Hayat koşusunda hız kesip yakalanmak istemiyoruz akreple-yelkovana. Biliyoruz ki sobelendiğimizde birşeyler bitecek.
Koşturmaya devam... Biz önde akreple-yelkovan arkada.
Yapacak bir şey yok; diyecek de tek şey var: "Sözüm ki tek sana geçmez celladımsın ey zaman."