27 Kasım 2008

Takıntılı Mim :)


Sevgili Gayyor beni "pandaa söle bakıyım takıntıların neler?" diyerekten mimlemiş..Kendisine teşekkür ederim..Peki nedir benim taktıklarım?!..Doğrusunu sölemek gerekirse daha önce hiç düşünmedim..Pek fazla olduklarını da sanmam..Ama şimdi oturup yazma zamanı..Karşınızda takıntılarıyla "ben" :) ...

*Nerden başlasaam..Mesela yatarken illa kapım ve perdeler sonuna kadar açık olacak..Yoksa uyuyamam...

*Aşırı yumuşak meyveleri yiyemem/elimi süremem..Sert meyveler tercihimdir...

*Soğan sucuk pastırma vs. gibi aşırı kokan şeyleri sevsemde yiyemem..Yesemde 2 gün evden çıkmam...

*Yumurta ve sarımsağı ne yerim ne de yediririm...

*Geometriden nefret ederim..Bu bir takıntı değil ama öyle..Söylemek geldi içimden :)

*Bazen aşırı kıllanırım insanlardan..Yolda filan yürürken birilerinin beni takip ettiğini düşünürüm.."bazen" olur ve geçer..Sanırım bunun sebebi küçükken "The Thuruman Show"dan aşırı etkilenmem...

*Yine "bazen" aşırı şekilde simetri hastalığı ortaya çıkar ve geçer :)

*Download bitiminde çıkan "trink" sesini çok severim..Eğer o ses çıkmazsa rahat edemem..Bu yüzden flashget emule vb. programları kullanmam...

*Canım çok sıkıldığında oturup mutsuz olma nedenleri/maddeleri yazarım (defteri bilem var :P) ...Sonra onları okuyup gülerim...

*Hakkımda ne düşünüldüğünü çok merak ederim..Bu yüzden arada sırada kulağımda kulaklıkla arkadaşlarımın arasına karışırım..Onlar beni müzik dinliyo zannederken ben onları dinlerim..Dikkatli olun :)

*Ayakkabıdan çok pis karakter analizi yaparım..Biriyle tanıştığımda önce ayağına bakarım..(ayrıca dost başa düşman ayağa bakar atasözüne gıcığım :D )

*Sabahları saçımla uğraşmayı sevmem..Uykumdan çalınmış zamandır onlar..Bu yüzden saçım "bırak dağınık kalsın" şeklindedir..Zaten Michael ile Jack kısa saç modasını başlattığından beri saçımı kısacık kestiririm...

*Sabahtan devam edeyim...İki çikolata yemeden çok huysuz olurum/kimseyle konuşmam..Bu yüzden yanımda birkaç şekerleme durur..

*Yastığıma kimse dokunamaz..Yasak :)

*S harfini çok severim..İsminde "s" harfi olanlar benim gözümde 1-0 önde başlar...

*Reklamları izlerken "ben daha güzelini bulurdum" diye reklamın senaristiyle kavga ederim (çokta umrunda :P)

*Gece yatmadan ışıkları tekrar tekrar kontrol ederim..Boş yere yanan lambalara gıcığım...

*Saç kreminin kokusunu çok severim..Her banyo sonrası saç kremi koklarım :)

*Poz vermeyi bilmem..Bu yüzden tüm fotoğraflarım aynı çıkarım..(manken değilim sonuçta)

*Basılmamış kara mecbur kalmadığım sürece basmam..

*Üff ne çok "takıntım" varmış..Yarısından çoğunu da yazarken unuttum..Bir de az diyordum...Neyse bu kadar yeter..Bu mimi "günah yüklenen adam" NaHkaR'a, sevgili Hellö Mellö'ya ve -oluyosa- diğer yazarımız Didem'e yolluyorum..Olmadı Didem yerine "hiçbir yer"den Merope cevaplasın...Ya da vazgeçtim..Dördünden de cevap bekliyorum :)

*Biterken "Amy Winehouse - You Know I'm No Good" çalıyordu...Kendinize iyi bakın :)

25 Kasım 2008

En kötü hikayeM

Sanırım o gün günlerden salıydı..Ve bu da bir "ayrılık hikayesi"..Hava...klişe hikayelerdeki gibi yağmurlu değil..Ama güneşin olduğu da söylenemez..Kışla yaz arasında kalmış (bana göre karamsar) bir hava vardı..Biraz sonra bulutlar dağılacaktı ama şimdi her yer...gri renkti...Evet..En berbat hikayem başlıyordu..Okurken "dido-thank you" çaldığını düşünebilirsiniz..Ya da ben öyle olmasını düşledim..Bilemiyorum...

*
-Bitti mi ?...
diye sordu çocuk..Cevap olarak duygusuzca bir "evet" dedi kız..Zaten bunu ikisi de biliyordu..Ama çocuk sormuştu işte..Belki o rahatsız edici sessizliği bozmak için..Belki de bir umut "tabii ki hayır salak şey..şakaaa" der diye düşlemişti..Belki de her ikisindende biraz..Ama olmadı işte..Beklediği cevap gelmişti..Gözlerinin kızardığını hissediyordu çocuk..ve konuşursa ağlayacağını da..Bu yüzden istemeden sessizliğe ortak olmayı yeğledi..Beraber sessiz koridoru dinlediler bir an(çocuğa yıllar gibi gelmişti oysa)...Sonra bir kıpırdanma oldu...Kız kalkıp gidiyordu işte..Kolundan tutup durdurmak istedi..Ama kızın parmaklardan kurtulması -zaten oldukça güçsüz ve beceriksizlerdi- zor olmadı..Bir kaç adım attı..Durdu..O an için bile bir umut vardı belki..Ama kız arkasına bile bakmadı..."Herşey için teşekkürler"...Ve yürümeye devam etti...

**
Gitmişti kız..İkisinden başka kimsenin olmadığı koridordan çıkıp gözden kaybolmuştu (hikayemizin bu kısmından kaybolduğu gibi)..İnanamıyordu çocuk..Dayandığı kalorifer peteğinden doğrulup arkasındaki camdan dışarı baktı..Arkaplanda Dido çalmaya devam ediyordu hâlâ..Kirli camdan geçmiş kareleri izliyordu şimdi..'O'nu gördüğü ilk an..Ondan hoşlandığını söylediği okul çıkışı..Soğuktan ve heyecandan titreyerek yaptığı çıkma teklifi..Beraber ilk okuldan kaçışları..Aynı gün yağmur altında sadece bir paket cipsle karınlarını doyurmaları..Her gün saat 20.20de birbirlerini 3 defa çaldırmaları..Kızın gülüşü..Ve daha birkaç dakika öncesi...Gözünün yaşarmaya başladığını hissediyordu..ve ne zaman ağlamaya başlarsa burnuda gözlerine eşlik ederdi..Bu yüzden hemen kendini toparlamaya çalıştı..Tavana baktı..Parmağını ısırdı..Gülmeye çalıştı..Sonunda gözlerini ceketiyle oyarcasına sildi..Biraz daha iyiydi şimdi..Ya da o öyle olduğunu sanıyordu..Alında şu anda hiçbirşeyden emin değildi..Bir rüyada gibiydi sanki..Sonradan herşeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlayacak olsada şimdi herşey..bulanıktı....Sınıfa doğru hareket etmeye başladı..Çünkü bu hikaye okulda geçiyordu..Kahramanımızın da gitmesi gerekiyordu..

***
Her geçen an biraz daha hızlanarak merdivenleri inmeye başladı..Teker teker sınıfların önünden geçti..Ve 'onun sınıfı'nın önünde geçerken 'O'nu gördü..İlk defa yüzüne dikkatlice bakabildi o gün..Kızında durumu pek iyi değil gibiydi..Kendini yalnız hissetmedi bir an..Daha dik yürümeye çalışarak sınıfın önünden geçti...Bir kat daha aşağı inip kendi sınıfına vardı..Uzun bir maratonu bitirimiş kadar yorgun hissediyordu..Hemen sırasına çöktü..Akşama kadar kalkmamak üzere..Ben? Bende çocuğun içinde bir yerde bu hikayeyi yazıyordum..Birgün herşeyin değişeceğini; bu hikayeyi gülümseyerek hatırlayacağımı bilmeden...



Daha önce biryerlerde bahsettiğim bir yazı..Hayatımda yazmaya çalıştığım tek "ciddi" hikaye de denilebilir..Hazır yazı yazmak için zamanım yokken yayınlayayım dedim..Umarım sandığım kadar kötü değildir :P...(Sevgili gayyor...Bu arada mimini unutmadım..Perşembe günü oturup yazmayı düşünüyorum..Şu anda çok yoğunum.. :) )

22 Kasım 2008

"Yemekteyiz" deermişim

Aslında takip ettiğim doğru düzgün bir tv programı yok..Fazla televizyon izlediğimde söylenemez..Benimki "dudak tiryakiliği" sadece..Can sıkıntısından zap yaparken ilginç bir şeye -ya da güzel bir bağyana- rastlarsam oturup izliyorum..Eğer izlediğim diziyi beğenirsem (türkçe altyazısı da mevcutsa) televizyondan bilgisayarıma terfi ettiriyorum..Yarışmaların öyle bir şansı yok..En fazla bir-iki izleyişimden sonra bir daha izlemem...derdim..Yemekteyiz programından önce..Şimdi "yemekteyiz" başlar başlamaz televizyona kilitleniyorum....Böyle başladım diye sevgi pıtırcığı olacağım sanmayın..Bu ne lan? Bu ne? Nefret ediyorum bu programdan..İnsanlar birbirlerine bu kadar mı gıcık olur..Aradan kameralar çıksa birbirlerini boğacaklar..Zaten ilk izlediğimde "Hasan Bey" diye bir cibiliyetsize rastladım...ne desem az kalır..Ben çıksam daha güzel yemek yaparım..O derece beceriksiz..O andan anladım dengesiz bir programla karşılaştığımı...


Bir kere programın formatı salakça..Bilmeyenler için söyleyim..5 kişi hergün birinin evine misafir olmak sureti ile yemek yiyorlar..Sonra da birbirlerini oylayıp kazananı seçiyorlar..Burdan şunu anlıyorum ki yarışmayı kazanabilmek için yemek yapmayı bilmeye gerek yok..Biraz konuşmayı bil, ikili oyna yeter..Ne biliyim her gittiğin evde evsahibini yağla (sonra git arkasından düşük not ver)..Bayanlara çiçek götür her akşam..Yarışmacıların arasında laf taşı..İftira at..Dedikodu çıkar..Ne yap ne et herkesi birbirinden tiksindir yalnız seni sevsinler...Güzel yemek yapacağım diye boşuna uğraşma..Çünkü kimse yemek filan beğenmiyor..Ne "damak tadları" varsa hiç birşey uymuyo anasını satayım..Tuzun azlığına takıyorlar (sonradan tuz eklemek akıllarına gelmiyor hiçbirinin), çatala takıyorlar, gözünün üstünde kaşın var diye takıyorlar ver ediyolar 3ü 4ü..Daha yeni bahsettiğim cibiliyetsiz herkese kalın kitap bana ince kitap hediye ettin diye puan kırdı..Anlayacağınız belirli bir puan sistemi bile yok..Adamın tipini sevmeyip puan kırabilirsiniz..Zaten bu puan kırılma korkusu yüzünden herkes acayip gergin..Birkaç dakika sonra tabaklarla birbirlerine saldıracaklar gibi bir hava var..Ben de artık neden kimse birbirini yemeğe çağırmıyor diye merak ediyordum..Al sana neden..Düşünsenize böyle bir misafirinizin olduğunu...Bana böyle bir adam gelse daha çorbasını içmeden kovarım ben onu..Başlarım yarışmasına..Zaten o kadar yemeği yapana kadar feleğim şaşmış..Dört kişilik ailenin bir ayda yiyeceğini bir akşam için telef etmişim..Adam çıkıyor suyu niye sağa koydun, bu çatal niye diğerlerinden 2 santim kısa gibi nedenler buluyor..Böyle yapacaksan hiç gelme daha iyi..Benim bildiğim yemek kötü bile olsa "ah ah çok güzelmiş tarifini alayım ben bunun" filan denir ev sahibine..Bu konuda dürüstlük kabul etmem arkadaş..Gelmesin bana dürüst insan..Bu arada herkes birbirine 1 puan verirse -ki iş oraya doğru gidiyor- kim birinci olacak?


Dikkatimi çeken diğer bir nokta ise yarışmacıların çoğunun bekar olması..(bu konuda yapımcılar "işin içine aşkta girsin reytingler çoşsun" mantığı ile hareket etmedilerse bende Enis değilim)..Meğer ne kadar çok marifetli bekarımız varmış..Yaprak saranları mı dersin börek açanları mı istersin...Bunca yıldır ne kadar yanlış tanımışım bekarları..Ben şöyle şeyler bekliyordum:

-Niyaziciğim bugün menü olarak sadece salçalı makarna seçmen çok güzel olmuş..
-Bugünün gazetesi üstüne servis etmen büyük incelik..
-Çatalların suya tutulmuş olması artı puan..Yarışmanın birincisi sen olmalısın...
-Aaa haksızlık ediyorsunuz..Geçen gün Faruk'un dışarıdan lahmacun ısmarlaması daha güzeldi..Bence o birinci olmalı..
-Peki Nihat ne olacak?Taze ekmekle peyniri önümüze koymadı mı..Yanında da bira servis etti zaten..10 puan helal-i hoş olsun...

Bugüne kadar ben bekarları böyle duydum böyle gördüm...


Ayrıca bugünden sonra "yemekteyiz" oynamaya başlıyorum:

-Sevgili anneciğim sofra düzenin ivrenç..
-!?%...
-Çorbanın tuzu az.Pilavın damak tadıma uymuyo...blabla
-Yok lan sana bir daha yemek..Beğenmiyosan kalk kendin yap bundan sonra yemeğini..
-Aaa olmaz böyle ama..Ne biçim ev sahibisin sen..Burdan da puanını kırıyorum 10 üzerinden ancak 2...O da annem olduğun için..
-...
-Anne televizyona naapıyosun?Daha yemekteyiz izleyecektim ben...


Son Söz:Sanırım biraz uzun yazı oldu..Bari son söz kısa olsun.."Yemekteyiz'e kafam girsin"..Evet..Demek istediğim bu..Biterken "Pink-so what" çalıyordu..(aa ne çabuk döndü bu..hani gitmişti?? :) )

Edit:Sevgili Gay-yor dan bir ekleme var..Meğer unutmuşum..Bu yarışmadaki herkes villada oturuyor..Ama 10bin yetelee için yapmadıkları şebeklik yok.. Nasıl bir angutluk bu? (teşekkürler Gayyor)

21 Kasım 2008

Show Must Go On

..ama hayat devam ediyor.
ne pahasına olursa olsun..

Yarın saat 10.10'da yeni bir yazıyla karşınızdayım...Kendinize iyi bakın...

17 Kasım 2008

Hayat...Ben sana bişi demiyorum artık


Ne denilmeli bilmiyorum..
Daha önce birçok arkadaşımın yakını vefat etmişti
Küfretmiştim sadece
Ama hiçbir arkadaşım İNTİHAR ETMEMİŞTİ
Birşey demiyorum artık...
...
Meğer ben "küçük mutluluklar" yazarken birisi çok mutsuzmuş(!)
Bu hatayı yapacak kadar...

16 Kasım 2008

Küçük Mutluluklar

Felsefe diye birşey girdi hayatıma bu sene...İyi hoş birşey..Konularından birinin içinde şöyle birşey okudum..
Mutluluğa varmanın araçları vardır(mış): “ doğru” yu açık olarak bilmek; “doğru”yu iyice istemek; vesaire vesaire...

Peki gerçekten mutluluk böyle birşey mi?Yoksa çaba harcamadan da "küçük mutluluklar" ortaya çıkıyor mu?Mesela birazdan yazacaklarım sizi mutlu edemez mi?

-1-Sıcak Bir Gülümseme
Hani bazen olur ya..
Birisi (tercihen hoşlanılan karşı cinstir bu kişi) gözünüzün içine bakarak gülümser..
O an afallarsınız..
Sonra hiçbirşey olmamış gibi işinize devam edersiniz..
Ama bu sefer sizde gülümsemeye başlarsınız..
Hiç yoktan mutlusunuzdur...
(Buyrun size küçük bi mutluluk...)

-2-Beklenmeyen Anda Rastlanılan Sevilen Dizi
Sıkılmışınızdır..
Televizyonda umarsız zap yaparken sevdiğiniz diziye denk gelirsiniz..
"Aaa bugün müydü bu?" diyerek izlemeye başlarsınız..
Tüm sorunlarınızdan uzaklaşırsınız...

-3-Bisküvi Kreması Yemek
Bunu tam olarak nasıl anlatacağımı bilmiyorum..
Hani bisküvi yiyince ağzınızın kenarında köşesinde bisküvi artıkları kalır..
Bir süre sonra sizi rahatsız etmeye başlar...
ve siz onu dille (yetişmeyen yerde parmakla) yemeye çalışırsınız..
Biraz iğrenç ama yapmayanımız yoktur..
Ve yediğiniz bisküviden daha güzel gelir krema..
Sonra da gidip bir bardak soğuk içersiniz..
Bedeninizi bir huzur kaplar...

-4-Sıcak Yatağa Geri Dönmek
Kış günleri için geçerlidir bu..
Sabah bir yere gitmeniz lazımdır..
Zorlanarak kalkarsınız..
Sonra bir şey olur..Yataktan çıkmanıza gerek kalmaz..
Döner yorgana daha sıkı sarılırsınız...
Kaldığınız yerden uyumaya devam edersiniz..

-5-Patlamış Mısır
Açıklamama gerek yok..
Tek başına yeterlidir beni mutlu etmek için..
Ama yanında güzel bir film olursa hayır demem :)...

-6-Yere Düşen Birini Görmek
Şimdi bana gıcık diyebilirsiniz..
Ama yere düşen birini görmek beni mutlu eder..
İlk başta yüzünde oluşan şaşkınlık..
Sonra istemsiz olarak gülmesi...
En sonunda hafif kızararak kalkması...
İmkanım olsa tekrar tekrar izlesem..

-7-Şarkı Mırıldanmak
Yazacaklarım arasından en mutlu edeni bu sanırım..
"Söylerken negatif veya pozitif enerjimi yayabildiğim, rahatladığım, bana bu kadar mutluluk veren yegane eylem" şarkı mırıldanmak..
Ne kadar mutsuz olsam da beni mutlu eder..
Sesim kötü olsa bile..... :)
(birde sadece melodinin söylendiği cinsi var..o da çok güzeldir)

-8-Akıldan Geçen Gıdanın Evde Bulunması
Canınız birşey ister..
Sürekli "olsa da yesem" filan dersiniz..
Sonra sıkıntıdan buzdolabın kapağını açarsınız..
Birşeyler bulup yemek için..
O da ne?
Karşınızdaki şey "o" değil mi?
Meğer önceden varmışta unutmuşunuz..
Sevinirsiniz...
"Allahın sevgili kuluymuşum" deyip yemeye başlarsınız...

-9-Unutulan Birşeyin Birden Hatırlanması
Belki bir isim..
Belki bir kelime...
Hatta düşünürken ne düşündüğünü unutmak..
Dalgınken çoklukla başınıza gelmiştir...
Sonra düşünürsünüz: "neydi yaa?"..
Aklınızın ucundadır (böyle bir deyim yok ben şimdi uydurdum)
Ama birtürlü tam hatırlayamazsınız..
Sinirden kendinize girişmeye ramak kalmışken birden yeşil ışık yanar..
Hah "Dilara'ydı ismi"...
Birden içiniz neşeyle dolar, rahatlamışsınızdır..

-10-Kar Yağışını İzlemek
Bu da kış günleri için geçerlidir..
Sıcak evinizden dışarıyı izlersiniz..
Kar yağmaya başlar..
Tek tek düşen kar taneciklerini takip edersiniz..
Uzun zaman geçer..
Cam buğulanır...
Sıcak bir içecek yanınıza arkadaş olur...vs.vs.
Siz hala büyülenmiş gibi karlara bakarsınız..
Her düşen kar tanesi ile üzüntülerinizden birini kaybedersiniz..
(Birde insanlar hiç basılmamış karlara basmasalar..
Buradan yetkililere sesleniyorum... :)

-11-Abuk Sabuk Bir Kelime Keşfetmek
Uyku halindesinizdir..
Ağzınızdan istemsiz bir kelime çıkar..
Anlamı yoktur..
Çoğunlukla iki kelimenin karışımı filan olur..
"Ne dedim ya" diye gülersiniz..
Sonra istemli olarak kullanırsınız...
Arkadaşınıza filan söylersiniz daha daha sonra..
O kelime artık size özeldir..
Sıkılasıya kadar her aklınıza geldiğinde mutlu olursunuz...

-PAUSE-
Devam edecek...Aslında diğer bölümü de yazılı ama çok uzun olmasın istedim..Birkaç gün geçsin onu da yayınlarım...Meraklanın biraz :) Biterken..ahh..söylemeyecektim..unuttum :)

12 Kasım 2008

Biterken birşeyler çalıyordu işte...

Üzgünüm..Bugünlerde içimden birşeyler yazmak gelmiyor..Aslında geliyor ama yazamıyorum..Okuma işini de bıraktım zaten..Son okuduğum kitabın üzerinden neredeyse bir ay geçti.."Çok yoğunum" gibi bir bahanem de yok..Diğer herşeye zamanım var çünkü..Sanırım tembelleştim..Şimdide canım çok istedi diye yazıyorum..Çok kötü olursa yarın silerim :)...

Konuya gireyim..Yukarıdaki başlığı her yazımın sonunda kullanmaya çalıştım..Kimden gördüm bilmem..Tahminim Esin Özberk..O da belki..(öyle biri bile olmayabilir)..Şimdi kalkıp O'na bakmaya üşeniyorum..Sanırım siz bile bir an google sayfasını açmayı düşündünüz..Zahmet etmeyin ben baktım..Google'da öyle ünlü biri yok..Neyse..Bugüne kadar yazılar biterken neler dinlemişim diye göz attım eski postlara..Belki hakkımda bilmediğim birşeyler görebilirim diye..Sonuç...bilmem..Doğru düzgün dinlediğim bir müzik yok ki..Hiçbir yeteneğimin olmadığı gibi (dikkaayt:başka bir yazı konusu)..Sadece şunun farkına vardım..Çoğunu şimdilerde dinlemem..Sevmediğimden ya da kötü bulduğumdan değil...Hepsinin kötü bir tınısı var bende..Çünkü hiçbiri yalnızca "şarkı" değil..Üstüne hep birşeyler ekledim..Bazen bir hikaye,bazen bir kişi, bazen bir kare, bazen hayatımın bir dönemi...Genellikle de bir insan..O şarkı zamanında hayatımda önemli bir yeri varmış şimdi yok..Şarkıyı dinleyince aklıma geliyor hüzünleniyorum..Pişmanım..Eski "ben"i ve "onlar"ı özledim ben...Artık şarkıyı dinleyemiyorum işte..

Mesela...Şebnem Ferah'ı duyduğumda -özellikle mayın tarlası- karnıma yumruk yemiş gibi oluyorum (hikayesini daha önce yayınlamıştım sanırım..adı "bir ayrılık hikayesi" ya da "en kötü hikayem" idi..Zamanda yolculuktan bakıyorum....yok yayınlamamışım..Yakında -bulursam- yayınlarım)..Aslı..Mor ve ötesi...Gökçe(bak bu da entresan bir hikayeyi temsil ediyor. bunu da yazabilirim)..Özcan deniz..Yaşar..Yonca Lodi..Candan erçetin -özellikle "saçma"-..will.i.am...avril lavigne..helldorado..Malt'ın bazı şarkıları (hala devam ediyor bunun hikayesi)..Ayben gözlerim ağlak..Hatta galatasarayın çıldırın marşı..Hepsinin tek tek hikayesi var..Süper mutlu olduğum günleri(!) hatırlatıyorlar bana..Bugünden farkı yoktu o günlerin ama..Çoğu hala hayatımda zaten...Ya da...belki biraz daha iyi idi..Hiç olmazsa o hallerini daha çok seviyordum..Bazıları hayatımdan temelli çıktı gitti..Bazıları da hala yanımda ama selam bile vermiyorum..(çok değişik bir duygu..Zamanında hayatımda çok önemli bir yer kaplarken şimdi yakın ama olabildiğince uzak...yabancı işte..[[inşallah hikayeyi bulabilirim:)]]..

Uzun lafın kısası -ne kadar sevsemde-o şarkıları bir daha asla dinleyemem...Çok fazla uzattım..Bu da öylesine bir yazı oldu..İlk defa serbest saçmaladım..Umarım tahminim kadar kötü olmamıştır :)..Çok kötü olduysa yorum kısmına mesaj bırakın..Biterken Pamela Spence-İstanbul çalıyordu..Kendinize iyi bakın efendim..Ayrıca bu son "biterken...." yazışım..Artık bu alışkanlığa son veriyorum..(hemen bunu söylesem daha kolay olurdu sanki)

10 Kasım 2008

ATAM'A MEKTUP

Seni özlüyorum Atam. Sesini hiç duymadım, yüzünü hiç görmedim ama seni düşünerek büyüdüm, senin düşüncelerinle büyüdüm. Ülkeme her baktığımda, taşında toprağında senin izin var. Her sabah ülkemde doğan güneş senin fikirlerinle daha aydınlık, senin sevginle daha sıcak! Her gün soluduğum hava da özgürlük var. Buram buram medeniyet kokuyor, huzur kokuyor ülkem. Yaşadığı tarihin yorgunluğu, zaferlerinin coşkusu var. Sen varsın ülkemde Atam. Ülkemi tanıdıkça seni tanıdım. Seni tanıdıkça daha çok arıyorum seni. Daha çok seviyorum. Ellerini öpemediğim dedemsin. Kahramanısın tarihimin.
Sen, bütün bir ömrünü Türk Milleti’ne, Türkiye Cumhuriyeti’ne armağan ettin, bu ömrün sana bir daha verilemeyeceğini bile bile üstelik. Çözümü biliyor, gidilmesi gereken yolu görüyordun. Bu ülkenin evladı, bizlerin atasıydın. Bizdendin. Ülkemdin. Çözümdün. Çözüm, senin aydınlığında, fikirlerindeydi.

Önce düşmanla savaşmalı, bağımsızlığımızı kazanmalıydık; bağımsızlık senin karakterindi.

Bize yakışan bir rejime ihtiyacımız vardı; “Yeni Türkiye Cumhuriyeti bir halk devletidir, halkın devletidir.” Dedin.

Hedefimiz ileri olmalıydı; ne de olsa “Yerinde duran bir şey geriye gidiyor demektir.”

Parolamız belliydi; “Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur; işte parola budur!”

Ve senin bütün umudun gençlikteydi.
Bu hayata bir mücadelenin ortasında başladın. İki seçenek vardı, kaçmak, mücadele etmek. Sen mücadele etmeyi seçtin Atam. Sen bizlere en zor anlarda bile mücadele etmeyi öğrettin. Öğretmenimiz, komutanımız, atamızdın. Bizler hala başöğretmenin öğrencileri, Kemal’in Askerleri ve Atatürk’ün evlatlarıyız.
Zafere ulaşmak için, çok çalıştın, hiçbir ayrıntıyı atlamadın, yalnız bir şeyi unuttun. Dinlenmek... Dinlenmek için vakit yoktu. Önce düşmanı kovmalı, sonra yeni bir devlet kurmalıydık. Devrimler yapmalı, çağı yakalamalıydık. Ve bunların hepsini bir ömre sığdırmalıydın.
Yaşadığın zorlu tarihin, yorgunluğu vardı üzerinde. Alnının akıyla çıkmıştın, için rahattı. En büyük eserini, devrimlerini, ilkelerini, ülkeni emanet edeceğin Türk evlatları vardı. Şimdi sıra, bu bayrak yarışında, şehitlerin kanıyla sulanmış bayrağını o çok güvendiğin gençliğe teslim etmekteydi. Bu zorlu maratonu onlar koşacak, yeni zaferleri onlar kazanacaktı. Bu ülkeyi artık onlar savunacaktı.
Mermilerin hiç susmadığı o kanlı savaş gecelerinden, medeniyet savaşının zorlu yollarında uyku hiç görmemiş gözlerini artık yumuyorsun Atam. Biliyorum ki bu bir tarihin bitişi, bir kahramanın ölümü değildir. Çünkü 10 Kasım senin bıraktığın eserleri savunma günüdür. Bizler eserlerini hep yaşattıkça sen hiç ölmeyeceksin Atam. Bu yüzden bizler her 10 Kasımda eserlerine daha çok sahip çıkacağız.
Aramızdan ayrılışının yetmişinci yılındayız Atam. Aramızdan ayrılışının diyorum, oysa sen sadece Karadeniz mavisi çakmak çakmak gözlerinle, Anadolu gibi başak başak saçlarınla, ellerinle, bedeninle aramızda değildin. Fikirlerin, aydınlığın, bizi savunan, saran o baba şefkatin, sözlerin, öğütlerin, emirlerin, hepsi buradalar… En büyük eserin, CUMHURİYET burada, ilkelerin, inkılâpların, senin yolunda ve daima ileri koşacak gençliğin burada ATAM… Onlar hala aramızdalar… Sen hala aramızdasın…

7 Kasım 2008

HAYAT SENSİN

Ona “ACIMASIZ” dediler küsmedi, “KAHPE” dediler kızmadı. Seveni de oldu, sevmeyeni de. Ama hepsi onu üzdü. Sonra birde bencilce “Hayat bana hiç gülmedi.” Dediler. Oysaki gülümsediğini görmek bile istemediler. Asıl suçlu senin gülmeyen suratın ve bencil ruhundu. Sen kaçsan da o seni kovaladı. Peşini hiç bırakmadı. Dost olmak istedi seninle.

Onun suçu ne peki;

-> Kendine engel olduğunda seni önünden çekmek istemesi mi?

-> Sen görmek istemesen de gerçekleri göstermesi mi?

-> Herkes seni terk ederken, “Yalnızlık” maskesiyle yanında kalması mı?

-> Tüm varlığını senin nefesine teslim etmesi mi?

Her şeyin tek sorumlusu ve her şeyde suçluydu hayat! Sana göre… Hayallerin vardı, hani gerçekleştirmeyi hep ertelediğin. Teker teker kaybedince ve artık hayal kuramayacak kadar mantığına teslim olduğunda yine hayattı sana bu kötü sürprizi hazırlayan. Oysa her ertelediğin “zaman” aslında bir fırsattı senin için. Kaybetmeyi sen istedin. Hayat elinden geleni yapmıştı. Görmedin… En güvendiklerinden hançer yedin. Hayat beni sırtımdan vurdu dedin. Çıkarıp hançeri yine hayata geçirdin. Kaçmak istedin hayatın seninle paylaşmak istediği her şeyden. Çünkü yük alamayacak kadar ağırdın zaten, taş taşıyordun göğüs kafesinde. Çünkü kaçmak en kolayıydı. Hiç tatmadın ki mücadele edip başarmayı. Her yenilginde pes etmek öyle kolaydı ki ve tüm suçu hayata atmak… Sen o yenilgilerden zafer yapmayı hiç bilemedin…

Sana en büyük dosttu hayat. Senin bütün bencilliğini taşıdı, ne de olsa sen mükemmeldin, tek suçluydu hayat(!) Hep bu hayat yaptı ne yaptıysa(!) Her şey onun yüzünden... Mi?

Sen onu taşladıkça o ölmedi. Tek suçu hayatın “sen” olması mıydı? Yoksa “sen”in düşmanı sen misin?

UNUTMA, HAYAT SENSİN!

Hayatta başınıza gelen şeylerin sorumluluğunu kabullenmek, mutlaka bir başarıya götürecektir sizi. Yolları biraz zordur. Diktir yamaçları. Siz sadece başarının orada olduğunu bilin ve sakın pes etmeyin. Yaşanan tüm zorlukları görmezden gelerek hayatı kolaylaştırın. Ama onlardan ders çıkarmayı da öğrenin. Emin olun hayat sandığınız kadar zor değil, onu karmaşık yapan bizleriz…

5 Kasım 2008

Oğluma Mektup


Şşt. Evladım. Naber lan? Nasıl gidiyo hayat :). Sen bu mektubu okurken muhtemelen 15inci doğum gününü kutluyor olacaksın. Şimdi "baba bu ne yaa?nerden çıktı bu" diyosundur. Sus lan. Birşey yazmışız oku işte. Ergenlik çağındasın, duygusal sorunların var filan demem dağıtırım ağzını yüzünü. Anneye babaya karşılık verme eşşoğleşşek...

Neyse. Sana nelerden bahsedeceğim inan hiç bilmiyorum. Daha ne iş yapıyorum, nerde oturuyoruz, adın ne...onlardan da haberim yok. Hatta anneni bile şu an tanımıyorum. Ne entresan di mi? Şimdi O oturmuş kime mektup yazmaya çalışıyodur kimbilir...... öhm.. pardon dalmışım. ne diyodum? hah. ama yazıyorum işte. Yazacak konu bulamadım çünkü. Bu yazıyı blogumda yayınlamak için yazıyorum aslında. Sonunda "biterken x çalıyordu" diye birşeyle karşılaşırsan nedeni budur. Hatta neden hep sonda söylüyorum? Mesela "candan erçetin - gamsız hayat" çalıyor şu anda...Bunlardan bana ne diyor olabilirsin. Belki de "mırmırmır...ha evet ya...mırmırmır" şeklinde hızlıca okuyup geçiyorsundur. Bunun için sana kızamam. Ama ben seni bugünlerde de düşünüyorum bil istedim. "Ne yapıyorsun benim için baba" dersen bozuk paralarımı biriktiriyorum derim. Şimdiden 24.95 ytl birikti bile. Daha senin doğmana 15 yıldan fazla olduğunu düşünürsek o zamana kadar bayaa yüklü bir meblağ olmuştur.
---
Bu arada yanımda Burak Amcan sürekli beni de yaz beni de yaz diyip duruyo. Sen tanımaz olabilirsin ama babanın Burak isimli bir arkadaşı var. Şerefsizin önde gideni kendisi*. O ana kadar yasaklamadıysam şimdi söyleyim Burak amcan gibi serseri tiplerle gezmeni yasaklıyorum. Sus. İtiraz etme.
---

Öhm. Neyse oğlum. Sanırım çok sıkıldın. "Üff daha ne zaman bitecek" diye alt tarafa baktığını hisseder gibiyim. Çatlama..Birazdan bitiriyorum. Annenin karnında nasıl 9 ay durduysan artık. Hayret bişi. Satırlarıma son vermeden önce söylemek istediğim bazı şeyler var. Mesela senin gibi bir oğlum olduğu için çok pişmanım. Doğduğun gün (yani bu mektubu okuduğun gün) olmaz olsun. Keşke annen seni doğuracağına taş doğursaymış. Ayrıca sana para biriktirmeme kararı aldım. O parayı şimdi gidip Burak amcanla yiyeceğim. Kendin çalış kendin kazan paranı. Hizmetçin yok burada. Şimdi kaybol gözümün önünden.(çocuklardan nefret ediyorum...)

Sevgiler
Baban

Biterken "Hayko cepkin-bilmezsin" çalıyordu...